Nostaljinin neden ortaya çıktığını sorusunun karşılığını okuyarak bulamayınca geçtiğimiz cumartesi akşamı hava koşullarının da elvermesi sayesinde kendi kendime bir deneme yaptım. Deneme evin arka odasında kar yağışının çok güçlendiği 19.00 sularında başladı, elektrik ışığını kapayıp mum yaktım, odanın soğuğunu sadece kırma işlevi gören bin Watt gücündeki ısıtıcıyı da tamamen kapattım. Ardından kısmen ortamı hissetmeye çalıştım, kısmen dışarıyı gözlemledim, aklımdan geçenleri bir kağıda not ettim.
Ortamın tamamen aydınlık olmasına karşılık mum ışığının oluşturduğu ambiyans algıyı elbette doğrudan değiştirdi. Algı değişikliğini ampulü ara bir açarak sınadım. Etkinin mumun zaman zaman titremesi ya da fazla aydınlatmasından çok algının ışığın gerçek olmasından, sıcak sarı renginden ve tek merkezden gelmesi olduğuna kanaat getirdim (ekrandan şömine görüntüsü bu nedenle yetersiz kalıyor olasılıkla). Bu etki kuşkusuz güneşin doğması ya da batması sırasında ortaya çıkan ruh halini de kısmen açıklamış oldu, ama diğer yandan bize arketip olarak anlatılan Kibritçi Kız’a da gönderme yaptı.
Kar yağması sesin iletimini doğrudan etkiler, kar yankıyı emdiği için seslerin daha uzaktan gelmesine neden olur. Akşam ezanının uzaktan gelmesinin, megafondan gümbür gümbür okunmasına göre daha fazla manevi uyarılmaya yol açtığı genel çıkarımım oldu. Ancak sesle oluşan nostalji kavramını biraz daha irdeleyince ses uyaranının monotonal değil, politonal olmasının etkiyi daha güçlü kıldığını çıkarsadım. Bunun basit örnekleri gitarla ya da piyanoyla tek bir nota çalınmasına göre gam basılmasıydı; ama daha baskını akordeon, gayda, tulum ya da ney sesinde ortaya çıkıyordu. Aynı kavramın diğer yansımaları olasılıkla org sesi ve çok sesli koro tınılarıdır. Bu yaklaşım tek bir yanık sesin ya da ses rengi olarak ifade edilen özelliğin etkisini de açıkladı. Nitekim pazartesi izlemek ve dinlemek şansı bulduğum Bergen de düşünceyi destekledi.
Kavramın deneme koşullarında gerçekleştirilemeyecek öğelerini düşünerek çıkarmaya çalıştım. Binaların “altın oran” prensibine göre inşa edilmesinin etkileyici uyumu zaten bilinir, ancak dikkatim yapının düz bina yerine kulemsi özellik göstermesinin (şato mimarisi ya da minare biçimi) yine aynı etkiyi doğurduğuna çekildi. Bu algının bize anlatılmış masalların Disney versiyonunda bir biçim olarak belleğe yerleştirilmesiyle ne kadar bağlantılı olduğunu çıkaramadım. Yüksek burçları olan kale duvarları yerine duvarın birleşme noktasındaki kuleler olasılıkla daha etkileyici oluyordu.
Ancak kar yağışının yarattığı etki tamamen ayrı bir sınıfa girdi. Kavram ortamın bembeyaza bürünmesinden ziyade yolların kapanması ve izole olmak olasılığına bağlandı. Karın eriyip yolların açılması olasılığına karşılık kapanma olasılığının bu duyguyu yaratmasını bir cins “çekirdeğe geri çekilme” etkisi olarak betimledim. Kendinin doğrudan etkisi altına girmediği olumsuz hava koşulları, elbette seçenek ve yeterli stok da varsa nostalji duygusunu destekler göründü. Bu duyumsamanın bir sonraki aşaması ise dünyanın tamamen durması olasılığı oldu. Bu duygu aynı zamanda çoğu insanın (aslında olumsuz anlamda kullanılması gereken) “elle gelen düğün bayramdır” sözünü neden tercih ettiğini, “batsın bu dünya” ya da yine Bergen’den alıntı “acıların kadını, garibin çilesi mezarda biter” kavramıyla neden özdeşleşmeyi sevdiğini bir yere kadar açıkladı.
Yukarıdan anlatılan özellikler sadece kişisel algıyı betimlediğinden genellemeler için elbette kısıtlıdır. Herkesin nostalji kavramı göründüğü kadarıyla kendine özeldir, buna karşılık sayılanlar yine de “aslında hiç bulunulmamış mekanlar ya da hiç yaşanmamış olaylar” için duyulan nostaljiyi açıklamaz. “Olma haline özlem” olarak da adlandırılabilecek bu konum bir ucundan yerleştirilmiş imgeleri ama beri tarafından da çoğumuzun varlığını yadsıdığı olasılığı kapsar, reenkarnasyon…