Kanser vakalarında son on yılda bir artış olduğunu kimse yadsımıyor. Ancak mesele bu artışın nedeninin açıklanmasına geldiğinde sadece bilimsel bilgilerin irdelenmesi yetmiyor, günlük yaşamdaki değişimin de hesaba katılması gerekiyor. Bu yazının esas amacı en azından bir tek molekül üzerinden durumun vahametini açıklamaya çalışmak olacak. Ama öncelikli tartışma konulan “kanser” tanılarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığı olmalıdır. O nedenle lütfen bu yazıyı takip edeceklerin başlangıcı olarak okuyun.
Tümör mü kanser mi ikilemi?
Kanser aslında bir ucunda “tümör” olarak adlandırılan kitleler, diğer ucunda ise hastanın iştahsızlık, kilo kaybı ve halsizlikle metabolizmanın bütünüyle etkilendiği geniş yelpazede değişen hastalık grubudur. Bu ayrıma gitmek neden önemlidir? Çünkü bir kişide bir tümörün ortaya çıkması ve bunun patolojik örnekleme ile kanser tanısı alması ile diğer uçtaki metabolizmayı da etkileyen tablo aynı şey değildir. Doku örneklerinde patologların “habis” (malign) tanısını vermeleri hatalı değildir, ancak tanının tümör mü yoksa kanser hastalığı olarak mı değerlendirileceği hastayı gören klinisyenlerin işidir.
Nitekim patologlar mutlaka hasta hakkında detaylı bilgi isterler, ama cerrahlar genellikle doku örneklerini göndermekle yetindiklerinden bu klinik tanı açısından bir şey ifade etmez, ama patologlar mikroskop altına gördüklerini doğru söylerler. Bu durum esas hasta için ciddi bir sorundur; doktorlar patoloji raporlarını değişmez kanun olarak dikkate aldıklarından, hastalık tablosu göstermeyen tümörlü kişiler de kanser hastası olarak değerlendirilir. Nitekim tedavi şemaları genellikle aynıdır ve bu durum gereksiz aşırı tedavi ile sonuçlanır.
Check-up ve erken kampanyalarının katkısı
Ama işin bu hale gelmesine katkıda bulunan bir başka neden daha vardır, o da bir şey saptanacağına dair beklentisi yüksek olan erken tanı amaçlı tarama kampanyalarıdır. Toplum her ne kadar taramanın sağlık öncelikli yapıldığını düşünse de, erken tanıya yönelik taramalar tamamen ekonomik nedenlerle yapılır. Burada amaç erken tanı konan kişiye çok daha fazla harcamaya neden olarak daha ileri evrelerden önce erişmektir. Ama bugün geldiği noktada taramalar kampanyaya dönüşürken, tanı konan vakalar da illaki bir gerekçeyle neredeyse bütün tedaviyi alırlar.
Tam da bu nedenle tarama, erken tanı ve bunun gerekliliği algısı kanser endüstrisinin artık ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Kanser tanısı almış ve tedavi görmüş kişiler ise “survivor” (sağkalan) olarak süslenen ayrı bir kategoriye alınır. Özetle, aslında hasta olmayan küçük tümörlü kişiler saptanıp, bunlara eldeki tüm seçenekler bir şekilde uygulanıp, ardından da başarı algısıyla toplum yeni sanal gerçekliğine oturtulur. Bu arada hiç gerekmeyen girişimlerin komplikasyonları nedeniyle sağlığını ya da hayatını kaybedenlerin de “zaten kanserdi” nitelendirmesiyle açıklanmaları son derece makuldür.