Kükürt tuzağı

Geçen hafta anlattıklarımız kanser algısının nasıl değiştirilebileceğini anlatır. Tıp açısından bakıldığında hastalık yükündeki artış “olağan şüpheliler” sigara, alkol, kilo fazlası, hareketsiz yaşam ya da elde başka bir şey yoksa genetiktir. Ama beri yandan ülkemizde son yirmi yılda ortaya çıkan bu yeni durumun açıklaması bambaşka da olabilir.  Zira hastalığın geçmişine baktığınızda aslında insan hatası bir süreç gözlemlenir. Bu sürecin en önemli bileşeni ise tarımın kimyasallaşması, aslında kullanılmaması gereken kimyasal bileşiklerin tarımsal faaliyet alanına aktarılmasıdır. Bunun hala uygulamada olan örneklerinden birini metionin denen amino asit üzerinden çok geniş kapsamlı olarak verebiliriz. Metionin yapısında kükürt içeren ve insanda yapılamayan, yani esansiyel bir amino asittir. Bunun için bizim temel kaynaklarımız ise süt ve süt ürünleri, kaliteli et ve yumurta ile sınırlıdır.

Metioninin bir değil, birkaç çok önemli işlevi var. (1) Yeni yapılan bütün proteinlerde başlangıç aşamasında, sonradan kırpılıp çıkarılsa bile metionin başlangıç harfini oluşturuyor. (2) DNA’nın hangi bölümünün aktif halde tutulacağı bilgisi için gereken metil grupları da bu aminoasidin varlığını gerektirmektedir. Yani genin sessizleştirilmesi için gereken metil aktarımlarının tek ve evrensel kaynağı da metionin. (3) Bir diğer önemli işlevi bütün indirgenme-yükseltgenme reaksiyonlarında ana havuzu oluşturan glutatyonun oluşumudur. Glutatyon bağışıklık sisteminin merkezi molekülüdür. (4) Ve nihayetinde vücudun sağlamlaştırılmasında sadece protein örgü yeterli değil, bunların kükürt-kükürt bağlarıyla birbirine tutturulması gerekir. Bu anlatılan nedenler metionin adlı kükürtlü amino asidi çok önemli hale getirir.

Metionin ve hidroksi alaloğu: Analog protein zincirinin uzamasını sağlayan amin grubundan yoksundur.

Metioninin bu kadar önemli olduğunu elbette hayvansal gıda üretim endüstrisi de bilir, ama kaynak kısıtlıdır. Derken alternatif olarak daha ucuz hangi bileşikten faydalanırız diye baktıklarında 1950’lerde bunun “hidroksi analoğu” denen bir formunun yeme eklenmesinin işi kurtarabileceğini bulunur. Bileşik patentlenir, ama işin hoş yanı patent petrol şirketine aittir. Hidroksi analoğu bu nedenle bütün hayvansal yemlerin ayrılmaz parçası haline geldiğinde, aslında işkembe bakterilerinin becerisi olan metionin sentez aşaması bu bileşikle atlanır hale gelir. Sonuç çok daha fazla miktarda üründür, ama içinde gerçek metionin artık çok kısıtlıdır. Derken endüstri elde ettiği sütü aşırı basınç-sıcaklık işleminden geçirince raf ömrünün uzadığını da anlar, ama nedenini yanlış yorumlanır. Süt endüstrisi kutu süt ve homojenize yoğurt elde ederken bunların uzun raf ömrünü “çok iyi hijyen yaptık” olarak akla uydurur, gerçek neden ise metionin ve benzeri bileşiklerde bulunan kükürt eklerinin yeni termodinamik koşullar nedeniyle birbiriyle bileşmeleri, yani mevcutta olanlar da aşırı işlem nedeniyle bir daha kullanılamaz biçimde bağlanmalarıdır. Buna ekmekten gelen kaynakların azalması (mayalamanın terkedilmesi), soğan, sarımsak gibi diğer kaynakların yeterince alınmamasını, yoğurt ve ayran gibi temel kaynakların da kullanılamaz kükürt içermesini de eklerseniz (bu ürünler bu nedenle ekşiyemezler) sadece metionin eksikliğinin bile sistemi ne kadar ciddi değiştirebileceği açıktır.

Aşırı fiziksel işlemin bizim ülkemize özel sonuçları

Bu değişim bizde özelleştirmelerin doğal sonucu olarak son yirmi yıl içinde gerçekleşir. Süt, özellikle yoğurt, beyaz et, işlenmiş et ürünleri ve elbette ekmek de değişimden payını alır. O zaman bu hatanın ana korunma kaynağı yoğurt olan Türkiye için toplum sağlığı açısından sonuçları açıktır: (1) DNA’dan protein sentezi şaşırır, hidroksi metionin sentezi başlatsa da diğer işlevlere katılamaz. (2) Yoğun kükürt içeren dokular bozulur, yani saçlar zayıflar, tırnaklar kırılgan hale gelir. (3) Protein arası bağlar sağlamlaşamadığından omurga ya da karın duvarı fıtıkları artar. (4) Bağışıklık havuzu doldurulamadığından enfeksiyonlara açık hale gelmeniz kolaylaşır. (5) Doku bütünlüğü bozulacağından hücrelerin kontrolü kalkar, kanser hücresine benzer bir fenotip kazanırlar.

O halde durum tahmin edilenden farklıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir