Önceki yazılardan devamla, insanlar gerçekliğe dair, mal, mülk, arazi, sevgi, güven, hemen her şeyi yağmalayabilirler. Yağmacılık düşüncesinin kazanılan değil, doğuştan gelen bir zaaf olduğuna da geçen hafta değinmiştik. Buna karşılık, gerçeklik dışında kaldığı için ne kadar yağmalasanız bile kolay bitmeyen bir başka kavram vardır; hayal adını veriyoruz.
Görüldüğü kadarıyla her insan küçük ya da büyük hayal kurar. Bazı hayaller akıl dışı, bazılarının gerçekleştirilmesi zor, bazıları da şansa bağlı hayallerdir. Ancak hayalin çekiciliği zaten insan aklının bunu olanaklı hale getirebilme becerisidir. Fakir birinin zengin biriyle izdivaç yapabileceği düşüncesi, prensin kendine halktan bir prenses adayı araması, Kaf dağının ardındaki elmanın getirilmesiyle pek çok şeyi kendiliğinden yoluna gireceği olasılığı masallarla yapılan hayal ekimleridir. Çocuk büyüdükçe bunların gerçekleşmesi olasılığının “hiç” düzeyinde olduğunu kavrasa da, hayal kurmak bir kere başarıldığında yarattığı umudu besleyebilecek çok sayıda seçenek vardır. Nitekim çok düşük bir paraya alınan bir piyango emeksiz kazanılabilecek para hayalinin tohumudur; iş kurmaktan, ada satın almaya pek çok kapıyı aralar.
Hayal sadece başkası üzerinden haz verir
Gerçek bir hayalperest bundan keyif alır, ama hayal yağmacılığı kavramı hayalperest olmaktan farklıdır. Hayal tohumu, “olması halinde…” iyimserliğiyle tutar, “koşulların yaver gitmesi halinde…” serpilerek çimlenir, hasat büyük para getirirse tarla satın alınmakla kalınmaz, fabrika da kurulabilir. Bu zenginleşmek anlamına geleceğinden artık eş vb. seçimlerde daha seçici ve özgüvenli davranılabilir. Derken artık kazançlar da yetmediğinde hayaller ülkenin padişahı olmak aşamasına evrilir; hayal en sonunda “dünyayı kurtarmak” mertebesiyle taçlanır.
Bütün hayallerin ortak noktası hayalin kendinize değil, başkasına karşı kurulmasıdır; hayal kişinin doğrudan kendini mutlu etmesi değildir, hayalin nesnesi kendisi olsa da, “huşu hali” hep başkalarının şaşırması, kıskanması ya da mutlu olması ile dolaylı biçimde gerçekleşir. Hayal kurmak olasılıkla kendini iyi hissetmenin en kolay yöntemlerinden biridir, ama “büyük ya da küçük”, “az ya da çok” en azında bir hayalin gerçekleşmesiyle desteklenmiş olmalıdır. Bu her gün görülen kişinin bir kerecik de gülümsemesi, hep bakılan yolda bu kez bir lira bulunması gibidir. Bunların hiçbirinin olmadığı halde hayaller azalmaya ve görkemini yitirmeye başlar, geleceğin tükenmesi aşamasına erişilmiştir.
Umudun tükenme noktası
Hayal edilenin en küçük bir kısmının bile gerçekleşmemesi (mesela hak edilen kadroya atanamama…) ister istemez insanın içinin boşalması ve hayal üretme hassasının kurumasına neden olacaktır. Hasta kızı yaşatan “ağaçtaki son yaprağın düşmemesi”, kibritçi kızı donduran ise son kibritin tükenmesidir. Öyle ya da böyle “insan umut / hayal ettiği sürece yaşar” düşüncesi gerçektir. En sağlam kişilerin altından, var olmaları için gereken nedenler çekilirse kısa sürede moloza dönüşürler.
Ama işin bir de karşı taraftan görünüşü vardır. İnsanlar emek vermeksizin hayallerinin içlerini boşalttıklarında umut kavramını tüketmiş olacaklardır. Bu tam da siyasiler için biçilmiş bir kaftandır. Siyasinin ekmeği karşı tarafın umutlarının ve hayallerinin tükenmiş olmasıdır. Çünkü kendisi için geleceğe dair hayal besleyemeyen bir kitle absürt de olsa ona sunulan seçenekleri kabullenmeye fazlasıyla hazırdır.
Bunlar her eve iki anahtar, yüzbinlerce kişiye ev, her boşta gezene iş, bir türlü tadılamadığından ne olduğu da bilinmeyen sınırsız özgürlükler olabilir. Hayal yağmasının boyutu, tam da bu nedenle umutsuz bir seçimin yaklaştığının da alametidir.