İflasın bin bir yolu (I): Kendi kendine iflas

İflas olarak adlandırılan kavram sanılanın aksine sadece ekonomik yetmezlik durumunu anlatmaz; mevcut şartlardaki beklentinin tükenmesi halidir. İflas bu nedenle kişinin sadece kendi eylemlerine bağlıysa geri çevrilebilir; eksik telafi edilir, sonra rahatlıkla başlangıç noktasının ilerisine geçilir. Ama iflas başkalarının alacaklı olmasıyla ilişkiliyle, uzlaşma bile olsa mevcut halin tasfiyesiyle sonuçlanır. Biz kavramı aslında yerel ve küresel anlamda irdeleyeceğiz; ama önce kendi kişisel iflaslarımla başlayayım.

Herkes hayatının bir döneminde mutlaka iflas eder, ben de defalarca iflas ettim. İlk iflasım yanlış hatırlamıyorsam lisenin ilk ya da ikinci yılındaydı. Yaşın verdiği etkiyle derslere ilgim azalmıştı. Notları dokuz-on seviyesinde olan birinin altı-yedi alması durumunda hissettiği biraz burukluk olsa da, ilk iflası matematikten “bir” alarak başardım. Eve gidip uzandığımı hatırlıyorum, toparlanması kolay bir süreç değildi. Bugünün aksine o zamanlar okuduğum lise müfredatta çok hızlı ve ileriydi. Sonunda uğraşıp toparladım; ortaokuldan dereceyle mezun olsam da liseyi ortalama notla tamamladım. Ama beri yandan başka alanlarda kazançlıydım. Artık Eczacıbaşı’nda voleybol oynuyordum, birkaç arkadaş elimizde fotoğraf makineleri lise yıllığını çıkardık, dönem çayı ve balo da artılar hanesine yazıldı.

Araba sevdasına dayalı iflas

Notlar ortalama olsa da kazanılan seviye farklıydı. “Ezberleme, mutlaka öğren” prensibine sadık kalırsanız konumunuz nottan fazlasına karşılık gelir, işte bu da ikinci iflasını hazırladı. Tıp fakültesinin ilk iki senesi liseden öğrenilenlerin tekrarlanmasıyla geçti. Üzerine eklenen farklı dersler, yarı ezber yarı öğrenme halledildi. İflas nedeni bu kez de bir arabaydı. Çok sevgili arkadaşlarım dolmuştan çıkma 1949 model bir Dodge bulmuşlardı; bugünkü parayla bile olsa olsa yirmi bin lira… Babamı ikna ettim, arabayı ortaklaşa aldık, ama binmemizle bozulması bir oldu. İç Levent’in ara sokağında kalan iki tonluk arabayı üç günde iterek Caddebostan’a geçirdik.

Tıp pratiğinin esasının anlatıldığı ilk üç ay boyunca, okula ya da işe gider gibi her sabah arabaya gittik. Benzin tankı yerine çarşafla bağlı bir bidon koyduk. Dolmuş olduğu aşikar olan araca herkes el kaldırdığından Burak ve Cem bir süre Kadıköy-Bostancı dolmuşçuluk yaptılar, ama masrafı kurtarmadı. Araba ister istemez satıldı, ben de bu kez araba motorunun nasıl çalıştığını öğrendim. Çay bahçelerinde çalışma alışkanlığını kazandım, giremedim dersleri acil nöbetlerine gönüllü kalarak telafi ettim. Azıcık zorlanmış, ama iflastan bir kez daha yırtmıştım, hatta durumum fena da değildi. En azından artık bilgi iflasının nasıl bir şey olduğunu biliyordum, yazarak çalışıyordum, klasörleri hala saklarım.

Sıçan ve tevekkül hikayesi

Bu iki anıdan çıkarılacak birkaç ders var, ikisini de öğrencilere anlatırım. Türkiye’de lise eğitimi alıp Amerika’ya gidenler ilk üç seneyi yatarak geçirir, ama sonra Çinlilere, Vietnamlılara ya da Korelilere geçilirler. Meslekte ve işte başarının ilk anahtarı çalışmaksa, ikincisi istikrardır. Ben istikrarı bir dönem de olsa voleybola ve arabaya harcadım; kişisel iflaslarım fazladan mesai ile kurtuldu.

Gerçek iflaslar ise kazanılmış çaresizlik durumudur, artık bir çıkış olmadığı kanaatine varılır. Bu durumda ya tasfiyeye gidilecek ya da toptan veda edilecektir. Oysa akıllı bir sıçan bile bu durumda kendini beklemeye alır, “çıkış yoksa boşuna çaba sarf etmek anlamsızdır”.

Sıçan “gün ola hayır ola” yaklaşımını kendiliğinden hisseder.

İnsan, kendini akıllı sandığı için iflas eder, ama tevekkül noktasında sıçan kadar zeki değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir