Önünüze çıkan yollardan “diğerine” saptığınızda…

Yaşam boyunca hayat önünüze birtakım yollar açar ve siz onlardan birine saparsınız. Yollar kimi zaman kolay ve çekici, kimi zaman zor ve meşakkatli olsa da, seçiminizi siz genellikle kendiniz yaparsınız. Çocukken, yani henüz safken yolları çevrenizdekiler fısıldar kulaklarınıza. Daha iyi not almak için öğretmenin gözüne mi girmek kolaydır, yoksa daha mı çok çalışmalısınız? Sınıfın seçkinlerine mi yanaşmalı, yoksa itilmişlerden mi yana olmalısınız, bunlar çoğu kez onların tasarrufudur. Hatta üniversiteye geçerken bile, geleceğinizi bağlayacak bir mesleğe onlar aslında gönül verirler. Velhasıl siz hayatınızın ilk yıllarını çoğu kez başkalarının gösterdiği yollara bakarak planlarsınız.

Derken okullar da biter, artık yaşamdasınız. Kendi işiniz yoksa eğer, yine başkalarına tabi kalırsınız, ama yollar açılmaya devam eder. Hayat ilkelerinizi belirleyecek çizginin zorunlu sapılacak kavşaklarıdır aslında bunlar. Mesela on kişinin beraber oturduğu bir odada hep birlikte çalışmaya başlarsınız. Başınızda bir amir ya da patron, yürümeyi sürdürdüğünüz o yolda mecburen yükselmeye çalışırsınız. Ya uzun ve dolambaçlı bir yoldur sizi yükselten, etrafında dolaştığınız patikalarla örülü tepeden, ya da başkalarının sırtlarına basmaya başlar ayaklarınız. Bu belki en kolayıdır, daha çok bir “hayatta kalma” ortamıdır diye algılarsanız, seçtiğiniz o yolla ister istemez daha hızlı tırmanırsınız.

Oysa bir iş ortamı değildir yaşam, beri yanda duygularınızla hesaplaşırsınız. Her arandığınızda yanıt mı vermelisiniz, yoksa biraz çekimser mi kalmalısınız. Esas “bir de yuva kurmak lazım” derken, varlıklı birinin evladı önünüze sunulmuşken, bir kuytuda “sonsuza dek beraber” diye fısıldadığınız gönlünüzde yatana ne kadar sadık kalırsınız? Oysa yollar çok nadir bölünmeden götürür, hep yeni kavşaklarla, yepyeni yollarla örülür. Önünüze çıkan her yolda, daha güzel, daha yakışıklı, daha zengin ve daha kolay yollar da oldukça aklınız ziyadesiyle karışır. Bazen öyle, bazen böyle, gün gelir bakarsınız, çocukluğunuzda çizdiğiniz yolu takip etmekten artık çok uzaksınız; yol sizi götürmekte…

Siz henüz küçük bir çocukken kulağınıza fısıldananlar belleğinizin bir köşesinde sizinledir. “Sen doğrudan ayrılma” diye verilen öğütler, yol gerektirdiğinde birer birer terk edilirler. İlk ihanetiniz büyük olasılıkla doğrudan çocukluğunuzadır, çocukluk günlerinizin lekesiz amaçlarınadır. Hele hele etrafınızda onca “başarı öyküsü” varken, arkadaşlarınız kabul görüp kolayca yükseltilirken, siz de o yola doğru saparsınız. Ya da aynı işte aynı maaşla çalışan onca kişi, birinin son model arabası var ve iyi bir evi, önce buna sadece şaşırırsınız. Ve derken ilk zarf size de uzatıldığında, siz her ne kadar “şu zor günleri atlatayım, gerek kalmayacak daha sonra nasıl olsa” diye avutup kendinizi aldığınızda, geride bıraktığınız çocuğun gözyaşlarıyla yıkanırsınız. Onu avutmanın en kolay yolu da kandırmaktan geçer, “bu çıkılması gereken bir zirvedir, hele bir zirveye erişeyim, düzen hepten değişecektir”, acaba ne kadar inanırsınız. Çünkü bu dişlilerden oluşan büyük bir çarktır, siz büyük dişli olsanız da hareket küçük dişlilere muhtaçtır. Derken dişlileri değiştirmenin aslında çok zor olmadığını da anlarsınız. Nitekim yollar önünüzde hep açılır, siz büyüdükçe düz ve kolay görünenleri seçersiniz. İçinizde yaşayan çocuk dik yamaçları seçerdi, kimsenin olmadığı dar patikalardan geçerdi, bilmem ne kadar hatırlarsınız.

Önünüze açılan yolların “diğerini” seçtiğinizde ise durum değişir. Önce anlamazlar bu tutumunuzu, şüpheyle bakarlar. İyi olabileceğinize ihtimal vermeyen bu düşünce, enayi olmakla yaftalar sizi önce, sonra da gülerler. Neslinin son örneği derler, ne demekse, bir güzel dışlanırsınız. Olsun buna aslında çok kolay alışırsınız. Siz kendinizi yücelmenin başkasını küçültmekten geçemediğinde ısrar ettikçe, dümdüz yürüyebileceğiniz yollar yerine sarp tepelerin dar patikalarına saparsınız. Yolun ne olduğunu işte o zaman daha iyi anlarsınız. Kimsenin görmediği çiçekler ve ağaçlar, sizi fark edip dokunmayan kurtlar, akrepler ve yılanlar dostunuz olur. Herkesin katıldığı cemiyet ortamları artık uzaktır, olsun sizin tanış olduğunuz bambaşka arkadaşlarınız vardır. Alemler içinde alemler olduğunu görürsünüz, karda yatar üşümez, aç kalır ama yine de tok düşünürsünüz. Az gidersiniz, ama uz gidersiniz. Ve bir gün aldığınız son dönemeçte, yolların sırrı sunulur size, siz artık yolcu değil, yol olursunuz.

Mutlu bir bayram dileklerimizle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir