Hayatın İlk 1000 Günü; bebek beslenmesinin temel rolü

Geçen hafta başında Nutricia’nın Utrecht’te bulunan beslenme araştırma merkezini ziyaret ettik. İki günlük bu inceleme gezisi elbette sadece görmek değil, aynı zamanda bir şeyler öğrenmek amacını taşıyordu. Bilimsel bilgi sadece okuyarak kazanılmıyor, zaman zaman o konuda çalışanların görüşlerini almak ya da pek çok şey okuyarak kazanılamayacak bilgiye doğrudan erişmek olanağını sunuyor. Bazen öyle bir şey çıkıyor ki karşınıza, o uzun yolculuk iki cümlelik bilgi ile fazlasıyla karşılık buluyor.

Nutricia’nın amacı sağlığı olabildiğince daha çok insana ulaştırabilmek. Utrecht’teki merkez iki yıl önce kurulmuş ve bağışıklık, bağırsak fizyolojisi, mikrobiyoloji, beyin fonksiyonu ve enerji metabolizması üzerine yaklaşık 200 kişi çalışıyor. Burada bir de küçük pilot fabrika bulunmakta. İlk üretim burada gerçekleşiyor, işe yarayacağı anlaşıldığında daha büyük fabrikalarda endüstriyel üretim yapılıyor. İlaç endüstrisindeki bilimsel ve etik standartlarla çalışılıyor, yani “alerjiyi, enfeksiyonu azaltıyoruz” gibi önermeler, ancak bilimsel araştırmalarla kanıtlandığı zaman dile getiriliyor. Araştırmalar A sınıfı tıbbi dergilerde yayınlanıyor. Yaklaşık yüz üniversite, 200 hastane, 50 endüstri ile işbirliği içerisindeler. Utrecht Üniversitesi ile stratejik işbirliği içerisinde özellikle beslenmenin bağışıklık üzerindeki etkileri (immünofarmakoloji) araştırılıyor. Böylelikle de Aptamil, Bebelac, Conformil, Lactamil gibi ürünler ortaya çıkıyor.

Mamanın temel özelliği anne sütünü model almasıdır

Önce bazı temel noktaları yeniden vurgulayalım. Bebekler küçük erişkinler değiller, vücut bileşenleri, fizyolojik yapıları, beyin olgunlaşmaları, metabolizmaları, beslenme gereksinimleri ve gıda duyarlılıkları tamamen farklı. O yüzden üç yaşa kadar bebeklere çok özen gösterilmesi gerekiyor, Nutricia da bunu “İlk 1000 Gün” olarak tanımlıyor. İlk 6 ay %100 anne sütü, 6-8 ay %70 anne sütü ve %30 ek gıda, 9-12 ay %50 / 50 ve 1-2 yaşta %40 anne sütü ve %60 ek gıda genel olarak önerilen beslenme biçimi. Ne var ki önerilere gerçekte ne kadar yaklaşıldığına bakıldığında durum karışıyor. En iyi tutturulan hedef ilk 6 ay, hata sadece %9, ama sonraki 6 ayda bebeklerin yarısı, 1 yaş sonrasında ise anne sütü yoksa ne varsa o veriliyor. Burada verilenlerin %65’i hazır çorba (anneler sanırız hazır çorbanın da “toz” olmasının etkisinde kalıyor) %66 taze çocuk peyniri (ne demekse) ve %69 toz puding veriyor (aynı “toz” mantığı). Bunun sonucunda %50 demir eksikliği, %10 bodurluk, %8-20 D vitamini eksikliği, %36 iyot eksikliği ve %43 de C vitamini eksikliği ortaya çıkıyor. Annelere erişim de ayrı bir sorun, zira Bakanlık tarafında hazırlanan kitapçıklar pek okuyucu bulmuyor.

Hayatın İlk 1000 Günü bu nedenle fazlasıyla önemli. Genel prensibi tekrar hatırlatalım, ilk iki yıl verilebildiği kadar anne sütü verilmesi, zira anne sütünü taklit edebilen bir besin yok. Mesela sütün yağı, vücut yağının doğru yere yerleşmesini sağlıyor. “İnsan sütü kısa zincirli şekerleri” (human milk oligosaccharides) denen bileşenler ise anne sütüne özel, bağırsakta doğru bakteri örtüsünün kurulmasını sağlıyor. Çoklu doymamış yağ asitleri beyin gelişimini güçlendiriyor. İşte Ar-Ge merkezinin önemi de burada ortaya çıkıyor, bütün amaç anne sütünün olabildiğince taklit edilebilmesi. Örneğin yukarıda değindiğimiz anne sütüne özel seker bileşikleri burada keşfedilmiş ve mama formülasyonlarının ayrılmaz parçasını oluşturuyor. Fomülasyonunun üstesinden gelmeye çalıştığı bir diğer sorun ise, bebeğin mide hacminin çok küçük olmasına karşılık, demir, kalsiyum ya da yağ asidi gibi gereksinimlerinin 3-5 kat daha fazla olması. Yani daha küçük hacme daha fazla gereksinim sığdırılmak zorunda. Bu şekilde fizyolojik gereksinime uygun bir besleme yapıldığında faydalı bakteri sayısının %40 artırıldığı ortaya konmuş. Dolayısıyla antibiyotik gerektiren enfeksiyonlarda %35, üst solunum yolu enfeksiyonlarında %35 ve ishallerde de %58 azalma sağlanmış.

Anne sütü, bağırsaklardaki faydalı bakterilerin doğal kaynağıdır

Şimdi bu seyahatin sağladığı katkıları vurgulayalım. Genetik yapımız değişmez unsur olsa da, ne yediğimiz, bakterilerin ilk nasıl yerleştiği, tıbbi durumumuz ve yaşadığımız ortam bu bakteri ailelerinin durumunu değiştirir. Doğumdan itibaren bu gelişme başlar. normal doğum ve steril ortamda sezaryenle doğumda durum değişir. Bebek annenin doğum kanalını ağzıyla yalayarak çıkar, bu bakteriler bebeği kolonize eder, bakteri örtüsünü oluşturur ve aynı zamanda bağırsak bakterilerini de başlangıcı olur. Aynı şekilde anne sütü alan bebek anneden cildinden de bakteri alır ve kolonizasyon ortaya çıkar. Katı gıdaya geçişle birlikte de erişkin tipi bağırsak yapısı oluşmaya başlar. Ama esas önemli olan, “normal koşullarda anne sütünde bakteri vardır, esas ilginç olan bu bakteriler annenin bağırsak bakterileriyle uyumludur”, yani bağırsaklar (dahili topraklar) bebeğin de bakteri örtüsünü oluşturur. Bu bağlantının nasıl olduğu ve mekanizmaları henüz bilinmese de, bizim vurguladığımız modelin bütünleştirilmesine çok ciddi katkı sunar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir