İnsanın temel beslenme kökleri

Geçen haftalardan devam eden, aslında akciğerin bir kök oluğunu sorgulamaya yönelik yazıyı bu hafta toparlamaya çalışacağız.

Geçen haftalardan devam eden, aslında akciğerin bir kök oluğunu sorgulamaya yönelik yazıyı bu hafta toparlamaya çalışacağız. Meselenin esası ise bitkiyle olan benzerlikten kaynaklanıyor, yani irdeleme noktası hayvan değil, bitkilerdeki sistemin nasıl çalıştığı olacak. Bitki havadaki oksijeni, yakın zaman kadar benim de yanlış bildiğim üzere, yapraklarıyla değil kökleriyle alır. Yapraklar havadan karbondioksit tutar, kökten gelen su ile birleştirildiğinde bitki suyun oksijenin havaya verirken havadan aldığı karbonu da şekerli bileşiğe çevirir.

Bu işlem gün döngüsüne bağlıdır, enerjinin tutulması gün içinde olur, ama karbon iskeletin yapılması ise gece gerçekleşir. Derken bitki oluşturduğu şekeri köke geri gönderir, bu iletim bitkinin floem adı verilen kabuk altı dokusunda aracılığıyla olur. Şeker kökten toprağa salgılanır, bu topraktaki bakterilerin yaşaması ve bitkide yapılamayan B12 gibi karmaşık bileşiklerin sentezlenmesi için gereklidir. Akçaağaç gibi bir kaynak, kabuğunun altına kadar uzanan bir delik açılırsa bu nedenle şekerli bileşiği hasat edebilirsiniz, buna da akçaağaç şurubu denir.

Mukopolisakkaridlerde gizlenen yaşam

Bu anlattıklarımızdan ortaya çıkan genel prensip şekerli bileşiğin köke doğru hareketidir. İnsanda bu şekilde bir kök dokusunun olup olmadığını yıllar önce tartıştık ve mesele şekerli bileşiklere gelince durum aniden bir mantığa oturdu. İnsanda şeker söz konusu olduğunda biz genellikle kan şekerini algılarız, bu da bir anlam ifade edebilir, çünkü kan da bütün vücudu besleyen ana dokudur. Buna karşılık bileşik şekerlere gelince düşünce daha berraklaşır. Şekerli bileşiklerin genel adı mukopolisakkaridlerdir, yani salya gibi uzama özelliği gösteren bu bileşikler insan vücudunda başlıca iki organ yüzeyi kaplar. Ansiklopedik bilgiler aslında çok daha fazlasına işaret etse de en azından bu iki organ yüzeyi diğerleriyle karşılaştırılamayacak kadar çok geniştir. Şöyle düşünün, insan derisinin yüzeyi yaklaşık iki metrekareyken, başlıca mukopolisakkarid salgılayan akciğer ve sindirim sisteminin yüzeyi 400 metrekare civarındadır.

Bu çok geniş alanın bir diğer özelliği ise içerisinde yerleşik bakteriler barındırmalarıdır, buna da mikrobiyota adını veriyoruz. Nitekim insan B vitaminlerinin bir kısmı ve K vitamininin sentezi bu bakteriler tarafında gerçekleştirilir. Beden bakterilere yaşamaları için bir konak sunar, onlar da sentezlerini bedene iletir. İşte bitki ile ortak işlemsel özellik de budur. O halde solunum ve sindirim sistemlerinin solumak ve sindirmek gibi dar bir alan kapatılmış işlevlerinin genişletilmesi de mümkün görünür. Akciğer oksijeni geçirir, azotun ise insan vücudunda kullanılamadığı bilinir, ama bu mikrobiyota içinde yaşayan bakteriler tarafından da kullanılamadığı anlamına gelmemektedir.

Temel bileşenlerin elde edilmesi

Yaşamak için toplamda dört esas elemente ihtiyaç duyarız, moleküllerin neredeyse bütünü bunlardan oluşur; karbon, oksijen, azot ve kükürt. Hidrojen zaten bileşiklerdeki su ile transfer edilebilmektedir, ama genellikle bütün bileşiklerin bir parçası olarak kaçınılmaz biçimde bulunur, zaten enerji döngüsü de bu hidrojenin elektronunun kopartılmasıyla taşınan protonu sayesinde gerçekleşir.

O halde inanın yaşaması için gerekenlerin kendi vücudunda da bir yere kadar gerçekleşmesi olasılığı çok yükselir. Karbon zaten yine yenilenlerden, temel örnek olarak şekerden alınmakta, en sonunda karbondioksit olarak verilmektedir. Azot (geçen haftaki zayıflama ameliyatının kas kaybı etkisi örneği) anlaşılan akciğer ya da midenin katkısıyla kazanılabilmektedir. Geriye kalan ise kükürttür, bunun da kalın bağırsaklardaki bazı bakteriler tarafından kazanılabildiği bilinmektedir.

Bu bakış açısı açıklamalar için yeterli zemin bulur görünmektedir. Ama temel olarak şu çıkarımı da beraberinde getirir: Bitkide tek kök olmasına karşılık inanda en az iki kök ortaya çıkar, bunlar solunum ve sindirim sistemleridir. Nitekim her iki sisteminde de “hipoblast” adı verilen (aşağı kök anlamına gelir) endodermden gelişmesi de ortak bir mantığa bürünür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir