Mevki ve kudret ikilemi

Zenginlik, hürriyet kavramları gibi, mevki sahibi olmak ve bunun kudretine hakim olabilmek de kendi içinde ikilem oluşturur. İnsanlar “kendilerini gerçekleştirmeye” yönelik seçimlerini genellikle kültür zemininde değil, ekonomik olanaklar ya da statü çerçevesinde gerçekleştirir. Ekonomik imkanların yüksek olması doğrudan itibar getirmez, ancak sahte bile olsa bunun satın alınmasını kolaylaştırır. Mevki sahibi olmak ise ayrıcalıklı durum ifade ettiğinden toplum içinde yer bulmanın, saygı görmenin yolunu açtığı yaygın kabul görür. Nitekim tepeden inme olmadığı sürece mevki en azından mesleki anlamda “biriktirilmiş makbul olma” halidir. İnsanlar çalışma hayatına tabandan başlar, bir üst kademeye geçiş birilerinin diğerlerine tercih edilmesiyle gerçekleşir, böylelikle mevki denen kavram ortaya çıkar. Tercih aşamasında aslında pek çok bileşen rol oynar. İş başarısı bunlardan zorunlu olanıdır, ama genellikle yeterli olmaz. Sosyal beceri, aile yapısının başarıyla yürütülmesi, hatta özel sektör koşullarında izinlerini zamanında kullanıyor olmak bile seçimde dikkate alınan kriterlerdir, kişi yükselir, yani mevki kazanır.  

Mevki atamaya tabidir

Bu çekici bir durumdur, başarmış olmanın hazzını yaşatmanın ötesinde, yetkiyi artırır, emsal diğerleriyle yolların daha kolay kesişmesini sağlar. Mevkiin mevcut kaynakları yönlendirme gücü bile bir guruba özellikle çekici gelir. Çoğu insan gücü kullanmayı değil, kontrol edebilmeyi tercih eder, mevki mevcut gücü kontrol edebilme olanağını tanır. Mesela kendi altındakileri konumlandırma, yükseltme ya da durdurma (kendi kadrosunu oluşturma) imkanını sağlar. Büyüklüğüne göre giderek daha büyük para musluklarını açıp kapayabilir, akışın yönünü değiştirebilir, hatta yeniden yönlendirebilir.

Erişilmesi kolay olmayan bu özellikler insanların mevki sahibi olmak isteğini güçlendirir. Ancak mevkiin bir sorunu vardır, “atamaya tabidir”, yani alınmaz verilir. Atama üsteki birinin seçimi olabileceği gibi, daha yüksek kademeler için genellikle bir üst kurulun ortak kararına bağlı gerçekleşir. İşler tam bu noktada karışır, toplamda edinilebilecek pozisyon sayısı artsa bile mevki kademeleri sınırlıdır. Konum hiyerarşisi içeren bir toplulukta kurumsallaşma başarıyla tamamlanmışsa, mevki hak edene verilir, ama değilse herhangi bir nedenden ötürü (akrabalık, hemşerilik vb.) kayırma söz konusu olur. Bu durum sadece işleyişin bozulmasıyla kalmaz, mevkiin anlamsızlaşmasıyla sonuçlanır.   

Hakim olunamayan kudret sonunda yozlaşır

Oysa mevki ve ona atanan kişi arasında kaçınılmaz bir “yeterlilik” ya da uygunluk” ilişkisi vardır. Mevki denen kavram bir kadro değildir, öncekilerin becerileri nedeniyle önem kazanmış konumdur. Yeterlilik / uygunluk söz konusu olmadığında mevki de içi öyle ya da böyle doldurulacak bir boşluk gibi davranmaz. Bilakis koltuğa oturacak kişi yetersiz ise mevki onu şaşırtma, dönüştürme gücüne sahiptir. Bu gücün nereden geldiği açık değildir, bir olasılık konumun “öyle kabullenilmiş olmasının” getirdiği dinamiktir, “koltuğun komuta gücü” olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Bu güç, kısrağın sürmeyi bilmeyen birini üzerinden atmasına benzer, atanan yetersizse mevki onu kontrol edip şaşırtır.  Şaşırmanın ifadesi ya saçmalamak ya da durumun farkında varıp kabuğa çekilerek süreci zaman aşımına bırakmaktır. Ya da bir diğer olasılık, hakim olunamayan mevki eninde sonunda saltanata dönüşürken, yerinde kullanılmayan kudret ise yozlaşmayla sonuçlanır.  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir