Slow Food’un 20. Yılı, hem romantik, hem kışkırtıcı

Geçen hafta Slow Food’un İtalya’nın Torino kentinde düzenlenen 20. Yılı etkinliklerine, yani Terra Madre Salone del Gusto’ya katıldık. Slow Food (Yavaş Gıda) 1986’da Carlo Petrini tarafından başlatılan uluslararası bir hareket olarak tanımlanır. Hızlı, ayaküstü yemek alışkanlığına (fast food) karşı alternatif olarak geleneksel ve yerel yemek ve yeme biçimlerini, yerel ekosistemlerin özelliklerini korumayı teşvik eder, simgesi de bir salyangozdur. Hareket aslında “slow” kavramını gıdanın ötesinde yaşama da genişletir, hatta şehirlere “yavaş şehir” belgesi de verir. Bir organizasyon olarak başlangıcı 1986’da Roma’da McDonald’s açılmasına de gider, daha sonra uluslararası kimlik kazanır ve bugününe erişir. Girişimin başlıca amaçları arasında yerel biyoçeşitliliği korumak amacıyla tohum bankası oluşturmak ve sürdürmek, yerel ve geleneksel besin maddelerini korumak ve teşvik etmek, tat eğitimini teşvik etmek, tüketicileri fast food ürünlerinin riskine karşı eğitmek, organik çiftçiliği teşvik edici kamuoyu oluşturmak, genetiği değiştirilmiş organizmalara karşı çıkmak, tarım ilaçlarının kullanımına karşı toplumu bilgilendirmek ve bahçıvanlık becerisini kazandırmak da vardır.

yks28-9-2016-091607

Finlandiya’dan Çin’e, Amerika’dan Kore’ye

Bu yılki etkinlik ise yaklaşık beş bin delege, karşılıksız çalışan ve en az bir o kadar gönüllünün katılımıyla büyük bir organizasyona dönüştü. Düzenlenen yüzlerce toplantıyla, karşılıklı deneyim aktarıldığı gibi, çok geniş bir park alanında ve özellikle de şehir merkezinde kurulan çadırlar sayesinde aslında bütün Torino etkinliğe katıldı. Konaklamalar özellikle gönüllülerin evlerini açmalarıyla gerçekleştirildi. Başta yadırgansa da, ortak dil konuşmayan insanların, cep telefonlarının çeviri sistemi sayesinde de mükemmelen anlaşabileceklerini, birbirlerini ve kültürlerini tanıyabileceklerini görmüş olduk. Türkiye ise İstanbul, Karaman, Foça, Şile, Kastamonu, Bodrum’dan gelen yaklaşık 40 kişiyle temsil edildi, Şile Belediye Başkanı bizatihi katıldı. Ekipler Türkiye’ye verilen kısıtlı standı en verimli şekilde kullanabilmek adına ellerinden geleni yaptılar, katılımcılarına ekonomik olanak sağlayan ülkeler, Finlandiya’dan Çin’e kadar, çok geniş alanlarda temsil edildiler. Böylelikle altı günlük etkinlik bütün şehrin içinde yer aldığı uluslararası bir fuar özelliğine büründü.

Hareketin yol haritası, üretici ve tüketicinin buluşması

Slow Food, iyi niyetle çalışıldığı zaman yerel, kültürel ve küçük üreticiyi destekleyen ekonomik başarının çok uzakta olmadığını gösteren başarılı bir girişim. Ancak ya temkinli ilerlemesinden ya da “yavaşlık” ilkesine sonsuz bağlılığından, işine sadık üretici ve talep eden tüketici arasındaki hayati bağlantıları oluşturmaktan henüz uzak, daha doğrusu aslında böyle bir amaç gütmüyor. Fakat beri yandan iyi bir model oluşturduğunu da kimse reddedemez. Nitekim ülkemizdeki “lüfer avlanma boyunun 20 santimetrenin altında olmaması” liderliğini Defne Koryürek’in üstlendiği Fikir Sahibi Damaklar, “Bodrum peksimeti ve Gambilya baklasının dünya yerel ürünler envanterine alınması” liderliğini Deniz Kurtsan’ın üstlendiği Bodrum Yaveş Gari ekipleri sayesinde başarıldı (bizden envantere giren yaklaşık 60 ürün var).

Oysa Türkiye’de üretici ve tüketiciyi doğrudan bağlamak adına yapılabilecek çok fazla şey var, bunların bir kısmı yine bir Slow Food etkinliği olarak kurulan “Yeryüzü Pazarları” ile gerçekleşse de, talebi karşılamanın çok gerisinde. Bize neredeyse her gün iletilen mesajlar, üreticilerin ürününü satamadıklarının, beri yandan bilinçli tüketicilerin de gerçek yerel ürünü bulmadıklarının hazin öyküleridir. Az sayıda şanslı üretici ekonomik olanakları yüksek kesime hitap eden kısıtlı sayıda markete erişebiliyor. Bu durum ister istemez yeni bir yol haritasının gerekli olduğunun altını çiziyor, üretici tüketiciyle nasıl buluşacak?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir