Türkiye yabancı yatırımı nasıl çeker?

Yabancı yatırım almak konusundaki en parlak örneklerden biri olan Singapur’dan iki haftadır söz ediyorum. Geçen sene de benzer bir örnek olan İrlanda modelini incelemiştik. Bu hafta ise yabancı yatırımı çeken koşulların ne olduğuna değinmek istiyorum. “Neden burada yatırım yaptınız” sorusu Singapur’da sık sık gündeme getirildi ve en sık tekrarlanan yanıt da “fikri mülkiyet haklarına saygı” oldu. Bu nedenle konuyu fikri mülkiyet hakları ile açacağım, buna yatırıma ilişkin diğer gerekçeleri ekleyeceğim.

Araştırma ve geliştirme, bir endüstrinin gelişimindeki itici etkendir. Ar-Ge olmaksızın çalışılan alanı daha ileri taşımak mümkün olmamaktadır. Hatta ilaç endüstrisini bir kenara bırakalım, hepimizin daha aşina olduğu otomotiv ve cep telefonu alanlarını örnekleyelim. Arabaların teknik donanımlarının gelişim öyküsü benim her zaman hayranlıkla izlediğim bir serüven olmuştur. Zaman zaman “daha nasıl ileri gidecek” diye düşünsem de bir otomobilin park sensörleri, kontakt kapatılınca hemen sönmeyen farları, kapı çekilince kademeli kararan iç ışıkları, hatta navigasyon sistemi beni şaşırtmayı sürdürmekte. Cep telefonu örneğinden bahsetmemin gerekli olduğunu bile düşünmüyorum, cep telefonları giderek bilgisayarlaşmakta, kamera olmanın yanında, televizyon ve naklen yayın cihazı görevini de üstlenmekte. Bu basit örnekler Ar-Ge’nin sınırı olmadığını vurgulamakta. Doğru Ar-Ge’nin sınırı yok ama, geliştirilen yeni bir fikrin, ürünün mülkiyet hakkı bulunmakta. Bu ayrıcalık ona kafa patlatıp geliştirenin haklarını korumak, daha iyisini yapmak konusunda itici güç sağlamak açısından çok önemli. Aksi takdirde sizin milyonlarca dolar harcama yaparak geliştirdiğiniz bir ürünün piyasada hemen kopyalarının çıkması, sizin üstünlüğünüzün çalınması da mümkün.

İşte Singapur ya da İrlanda olsun, yatırımın cazibe noktası olan bu ülkelerin ortak özelliği fikri mülkiyet haklarını korumaları, kopyacılığa, taklitçiliğe hoşgörü göstermemeleri. Bu Ar-Ge temeline dayalı büyük firmaların kendilerini güvende hissetmelerini kolaylaştırıyor ve yatırımı teşvik ediyor. Bizim ülkemiz açısından değerlendirildiğinde ise fikri mülkiyet bir lüks olarak algılanıyor, mesele daima daha ucuz olanın kabul görmesi olduğundan, fikri mülkiyet çoğu kez devlet tarafından bile göz ardı ediliyor. Ne patent koruma süreci ne de veri korumacılığı kale alınıyor, kopya ürünler de asıllarından kısa bir süre sonra piyasada yer buluyor.

Endüstriyi Singapur’a çeken ikinci önemli unsur ise, burada yatırım yapmak isteyen firmalara sunulan olanaklar. Yatırım yapmak isteyenlere yer kolaylığı ve vergi avantajları sunuluyor. Öncelikle bilinçli olarak altyapı olanakları hazırlanıyor, yatırım yapıp fabrika kurmak isteyen firmalar her bir şeyle ayrı ayrı uğraşmak zorunda kalmıyorlar. Altyapı, vergi ve tahsis imkanlarıyla destekleniyor. Yatırım yapmak isteyen firma da milyar dolarlık tesisleri kurmakta fazla zorlanmıyor. Singapur olsun, İrlanda olsun aynı yöntemi izliyor, yatırımı doğrudan teşvik eden ve yönlendiren kanuni düzenlemeleri var. Üstelik yatırımla ilgili bütün düzenlemeler tamamen şeffaf ortamda gerçekleştiriliyor. Zaman zaman karşılaşılabilecek önemli sorunlar daha ortaya çıkmadan gideriliyor. Doğrusunu isterseniz Türkiye en büyük sıkıntıyı bu konuda yaşıyor. Bizde sorunu çözmek değil, yaratmak üzerine kurulu bir bürokratik mekanizma var, şeffaflık söz konusu değil.

Yatırımı teşvik eden üçüncü unsur ise coğrafi konum ve işgücü. İrlanda okyanusun ortasındaki konumu, Singapur ise Güneydoğu Asya’ya olan hakimiyeti nedeniyle avantajlı konumdalar. He iki ülkenin de nüfusu dört milyon civarında olmakla birlikte ortak dil konumuna gelen İngilizce açısından herhangi bir kısıtlılıkları yok. nüfuslarının büyük bir bölümü iyi eğitimli, dolayısıyla insan kaynakları açısından da sorun yaşamıyorlar. Türkiye’ye baktığımızda coğrafi konum aslında reddedilemez bir avantaj sunuyor. Genç nüfus, kalifiye eğitime sahip olmasa bile, rakiplerinden çok daha yetenekli. Dil sorunu da belli bir noktaya kadar çözülebilir görülüyor. Dolayısıyla diğer iki unsurda olan eksiklerimiz konum ve insan kaynakları açısından dengeleniyor.

Peki neden Türkiye bu iki küçük ülke kadar yatırım alamıyor? Sorunun cevabı aslında yukarıdaki satırlarda verilmekte. Biz fikri mülkiyet hakları, veri koruması, şeffaflık ve yatırım teşvikleri açısından iyi durumda değiliz. Bürokratik mekanizma zaman zaman aşılamayacak kadar ağırlaşıyor. Ticari sicilimiz pürüzsüz değil, şeffaflık olmadığından “işini bilen memurların” sayısı da hayli fazla. Bu nedenle Türkiye’nin aldığı yabancı yatırım prosedür gerektiren operasyonel alanlarda değil, daha ziyade inşaat alanında ortaya çıkıyor. Son yıllarda yapılan özelleştirmelerin önemli bölümü arazi satışı, arazisi olan kuruluş satışı ve bunlara yapılan inşaat yatırımlarıyla ilişkili. Bizim aldığımız yabancı sermaye sürekli istihdam sağlayacak sanayi yatırımlarına değil, kısa süreli işgücü gerektiren inşaat faaliyetlerine yöneliyor. Zira mal ortaya çıkınca aşılması gereken başka prosedür yok, satış ve buna bağlı nakit para dönüşü bekleniyor. Bu nedenle yatırım açısından sahip olduğumuz doğal cazibemizi, kanunlarla desteklemek ve bunu istikrarla desteklemek zorundayız. İnanın asgari gerekliliklerin sağlanması durumunda bizim alacağımız yatırım büyük bir başarı öyküsünün başlangıcı olacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir