İKEV’in biyoteknoloji toplantısı yeni bir dönemi başlatıyor

İlaç Ve Kimya Endüstrisi Araştırma ve Geliştirme Vakfı (İKEV) 8 Kasım tarihinde “Türkiye için Biyoteknoloji” başlıklı bir konferans düzenledi. Biyoteknoloji aklınıza gelen her alanda giderek büyük bir önem kazanıyor. Biyoteknolojiye bağlı gelişmelerin önemli bir bölümü tıp alanında gerçekleşse de, atıkların geri dönüşümünden tutun, biyoyakıt üretimine kadar çok geniş bir alanda yaşamımıza girmekte. Türkiye aslında biyoteknoloji altyapısı konusunda “sıfır” noktasında değil, ancak sanayi alanına adapte edilebilir biyoteknoloji uygulamaları için önümüzde kat edilmesi gereken çok önemli bir mesafe var. İşte “Türkiye için Biyoteknoloji” toplantısı bu nedenlerden ötürü büyük bir önem taşıyor.

İKEV İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nın öncülüğünde kurulmuş genç bir vakıf. Bu girişimin öncülüğünü de Türk ilaç sanayinin öncülerinden Kaya Turgut gerçekleştirdi ve halen vakfın başkanlık görevini bizatihi yürütmekte. Turgut, toplantının açılış konuşmasında biyoteknolojinin ülkemizin geleceği açısından taşıdığı öneme işaret ederek amacın sadece ilaç alanında değil, temel biyoteknoloji platformunu kullanan tıbbi cihaz, çevre, enerji, gıda ve tarım gibi diğer alanlarda paydaş ve yatırımcıların dikkatini çekmek olduğunu vurguladı. Sayın Turgut söz konusu düşüncelerinde sonuna kadar haklı. Türkiye biyoteknoloji alanında tamamen yok değil, hatta Ar-Ge kapasitesi açısından iyi durumda olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Buna karşılık temel eksiğimiz, diğer pek çok alanda da olduğ zere biyoteknolojik çıktıları sanayi ve ticaret boyutuna geçirecek işbirliği ortamını yakalayamamamız.

Biyoteknoloji alanında hızlı davranmalıyız

Bu durum entegre olmaya çalıştığımız AB’den yeterli faydayı sağlamamızı da engelliyor. Şöyle ki, Sayın Turgut’un aktardığı verilere göre Türkiye AB’ye girmek için 2006 yılına dek 15.4 milyar Euro katılım payı ödemiş. Kırk üç yıllık süreç içerisinde ise Brüksel’e toplam 2500 proje önerisi iletilmiş, bunların yüzde 95’, kriterleri karşılamadığı için geri çevrilmiş, yani bir başka deyişle desteklenmesinde herhangi bir yarar görmemişler. Desteklenen projeler karşılığında alınan para sadece 2.2 milyar Euro mertebesinde. Kaya Turgut, bunu “ülkemizin bilim ve teknoloji fukaralığına” bağlamakta. Bugüne dek teşvik aldığımız projeler içerisinde herhangi bir biyoteknoloji projesi bulunmamakta. Turgut, gerek biyoteknoloji, gerekse nanoteknoloji açısından ileriye yönelik kararlı ve sürdürülebilir bir programın elzem olduğunu söylüyor. Bu ısrarın en önemli nedenlerinden biri olarak ABD’de piyasaya sürülmüş olan biyoteknoloji ürünlerinin önemli bir bölümünün kısa süre içerisinde patent korumasını yitirecek olmalarını gösteriyor. Dolayısıyla “biyo-benzer” ürünler açısından yatırım yapılabilecek yeni bir alan ortaya çıkmakta.

Örnekler ümit verici ve geliştirilebilir

Biz toplantının bütününü izleyemedik, ancak katılma şansını yakaladığımız “üniversitelerdeki araştırmalar ve biyoteknoloji” başlıklı oturum, üniversitelerimizdeki biyoteknoloji çalışmalarının hangi noktalara vardığını son derece açık biçimde ortaya koymakta. Bunların bir kısmını başlık olarak bile olsa sizlerle paylaşmak istiyoruz: (Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü) Atıklardan ticari ürün elde edilmesi (etanol, organik asit, hayvan yemi, hidrojen gazı, metan), arıtma sistemleri (yosunların biyo-absorban olarak kullanımı); (Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü) transgenik bitki ve hayvan projeleri, bunların risk analizleri; (Bilkent Biyoteknoloji Bölümü) Nanomoleküler yüksek koruma gücü olan aşılar geliştirilmesi; (Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği ve Moleküler Biyoloji Bölümleri) endüstriyel önemi olan, fabrika gibi kullanılabilecek miktoorganizmalar geliştirilmesi, çok faktörlü hastalıkların genetik tanısı; (Hacettepe Üniversitesi) vücuda uyumlu biyomateryaller tasarlanması.

Yukarıda adı geçen projelerin sadece üçünün sanayi boyutuna ulaştırılması bile milyar dolarlık girdiyle ilişkili olabilir. Toplantıda verilen çarpıcı bir örneği paylaşalım; son model bir Tofaş arabanın bir tonunun sağladığı katma değer 15 bin dolar, ancak interferon adlı molekülün 15 gramının sağladığı katma değer yaklaşık bir milyar dolar, başka söze gerek var mı? Bu nedenle İKEV’in biyoteknoloji konusundaki bu toplantısının konuya yeni bir ivme kazandıracağına inanıyoruz. Kaya Turgut kadar “genç, idealist ve inançlı” kişilerin çoğalacağını ve işbirliğini artıracağını ümit ediyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir