Lütfen bu ülkeye inanın!

Son zamanlarda bana bir ışık tutabilir mi diye etrafımdaki insanların dünyaya bakış açılarını sorguluyorum. Sorguladığım kişiler sadece belli bir düşünüş tarzına mensup sıradan insanlar değiller, geçmişleri ve birikimleri açısından çoğu yüksek eğitimli, dünya görüşleri açısından ise toplumsal refahı savunan duyarlı bir kesim. Benim sorguladığım ana tema ise, “bu ülkenin kumaşından geleceğimize uygun bir şeyler biçilip biçilemeyeceği”, yani sosyal adalet, eşit eğitim hakkı, çevre bilinci ve duyarlılığı, uygar bir toplum olabilmek için aklınıza gelecek bütün asgari gereklilikler. Meslek gruplarına göre sıralayacak olursam doktorlar, işletmeciler, taksi şoförleri, öğretmenler, sanayiciler, bakkallar, rehberler, kuaförler, aslına bakarsanız bütün meslek kesimlerinden kaliteli, iyi eğitimli insanlar.

Duymak istediğim tek söz ise “evet bu ülkenin kumaşından bir şey çıkar, bu hamur doğru yoğrulursa maya tutar” tarzında koşulsuz bir inanç. Oysa aldığım cevaplara baktığımda, öyle ya da böyle önce bir “şerh” ifadesi ortaya çıkıyor. Bunların bir kısmı “Olur ama önce şunu yapmak lazım, elbette ama karşı taraf çok güçlü (ekonomik imkanlar açısından zengin), ABD’nin desteği ve onayı olmaksızın hiçbir şey yapılamaz” söylemleri çevresinde yoğunlaşıyor. Diğer bir grubun ifadesi ise daha farklı, “evet biz zaten bunu yapmaya çalışıyoruz, ama bizim dışımızdaki fikirlere ve oluşumlara kapalıyız. Olabilir ama her şeyin önü maddiyat, önce paramızı kazanmalıyız (işe başlamak için verilen örnek abartmıyorum milyar dolar mertebesinde). Bana aktarılan düşüncelerin diğer uç noktasında ise “sana ne, bu ülkeyi sen mi kurtaracaksın” sözü yer alıyor.

Biz genel olarak harekete geçmek konusunda asgari şartların gerçekleşmesini bekleriz. Bu şartlar genellikle ütopyayla, yani olamayacak olanla ilişkilidir. Örneğin “önce demokrasi gerçekleşsin, ardından gerekenler gelir” deriz. Sevgili okurlar demokrasi asla kendi kendine gelmez. Beri yandan, bu dünyada demokrasi ve çağdaş yaşama şansı tepeden gelmiş tek millet biziz. Bu ülke Kurtuluş Savaşı’nı kazandığında sadece düşmanı ülkesinden kovmaya çalışıyordu. Sonrası başına taçlandırılan cumhuriyet ve inkılaplar “bir kişi” dışında hiç kimsenin aklında yoktu.

İster istemez ben de kendimle tartışıyorum, bu ülkeyi “kurtarmak” bize mi kaldı? Neden ve kime karşı çabalıyoruz? Bu ülkede yaşayanların her şeyin daha iyi olması gibi bir beklentileri var mı, yoksa sadece günü kurtarmakla yetinmeyi mi istiyorlar? Biz bu ülkeyi sevenler, toplumu fakirlikten kurtarmaya çalışıyoruz, cehaletten arındırmaya uğraşıyoruz, bu ülkenin muhteşem topraklarını, dağını taşını ağacını hayvanını, kadınını çocuğunu, onları ezenlerden, onların haklarını gasp edenlerden korumaya çalışıyoruz. Değil çare, bir dinleyecek adam bile bulamadıkları sağlık sorunlarını sukuta erdirmeye didiniyoruz, kimsesizin kimi olmak bir yana, kimi olanın bile yolunu kaybettiği bu ortamda sadece bir yol tabelası olmaya uğraşıyoruz. Ne var ki insanlar karnı tok sırtı pek olduğu sürece ellerini taşın altına koymak istemiyor, malum gidilecek onca sinema, bağırılacak onca tribün varken, üstelik “ben neyim ki, ne yapabilirim” kolaycılığı yaşamlarına hakimken, kendileri aynı dertten muzdarip olmadıkları sürece “kalan sağlar bizimdir” yanılsamasının esiri oluyorlar. Her akşam aynı sofrada buluşulduğu sürece yakınmanın ne alemi var? Bir çaba sahibi olmamanın, olamamanın rahatlığına tutsaklar.

Bir (her) Türk dünyaya bedeldir, ama iki Türk birbirlerini yemekten başka bir şey yapamaz. (aynı şey bu coğrafyada yaşayan herkes için geçerlidir). “Şehitler ölmez, vatan bölünmez”, doğru. Ama vatanın aydınlık bir geleceğe sahip olması için ölmek dışında yapmamız gereken şeyler de var ki, bu ülke için verilen canlar sukut bulsunlar. Bu nedenle genel meselemiz, sürdürülebilir politika üretemeyen AKP hükümeti, artık bir şey olamayacağına kesinlikle inandığım CHP, “kendi söylemi” dışında çare üretmeyen MHP, kısır iç çekişmelerine tutsak olmuş DTP olmamalı. Bu partilerin milletvekillerinin yüzde 90’ı Türkiye’nin geleceği konusunda kaygı sahibi değiller.

İşte bu nedenle tekrar tekrar altını çizerek rica ediyorum, bu ülkeye inanın. Elbirliğiyle çalışarak çok şeyler yapabileceğimizden emin olun. Var olan koşulları, gözünüzün önünde olup biten olumsuzlukları kanıksamayın, görmezden gelmeyin. Geleceğe yönelik doğru yol haritasını belirlemede hem hakkınız hem de çabanız olması gerektiğini bilin. İlkelerinizden vazgeçmeyin, ama ilkelerinizin arkasına sığınıp yapabileceklerinizi ertelemeyin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir