Şehir tarihini okumada imar biçimleri

İçinde gezilen alan ister doğadan bir parça, isterse insan elinden çıkma olsun sadece dolaşarak geçmişi kolay anlaşılamaz. Örneğin dağın tepesindeki bir gölün sönmüş bir volkanın kalıntısı olacağını bilirseniz, oranın eteklerinde beri yandan (Vezüv örneğinde olduğu gibi) üstü külle örtülmüş kayıp bir şehrin bulunabileceğini varsayabilirsiniz. Yeşil hatlar yüzey ya da yer altı su rezervi anlamını taşır. Dağların böldüğü araziler ise kapalı havzalara işaret eder.


Fotoğraf: İstanbul Taksim Meydanı (1940 civarı), Topçu Kışlası önü olasılıkla araba galerisi, Taksim Bahçesi ağaçlarıyla seçilebiliyor.

Ancak İstanbul gibi durmadan imar edilen bir şehirde dolaşıyorsanız size sokaklar, binaların çehreleri, boş kalmayı başarabilmiş kapalı bölgeler ve sosyal kullanım açısından faaliyetlerini sürdürmeyi başaran semtler refakat eder. İstanbul örneğinden hareket edelim, mesela 19. yüzyıl Şişli tarafı en eski binanın siluetiyle biter, bu da Çankaya Palas civarındadır, tam karşısında üç katlı konağı görebilirsiniz. Buna karşılık Atatürk’ün Evi’nin bina hattının önüne taşmış olarak kalması burada da bir düzenleme yapıldığını gösterir. Nitekim şehrin eski kısmı da Topkapı Surları ile sonlanır. Levent, Etiler de dahil nispeten eski sayılacak binalar 19. yüzyıl eski şehrinin dışında yer alır. Eski Saray (bugün İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısının (Bab-ı Serasker olarak bilinir) altından Haliç’e uzanan bölge hem giyim ve manifatura ile ilişkili ticaret alanıdır. Ticaretin yoğun olduğu bölgeler zorunlu bankacılık faaliyet binalarını da kapsar. Zamanında at koşum malzemelerinin satıldığı Saraçhane ise hala ilişkili bir biçimde bisikletçileri barındırır.

Geniş ve yüksek korunmuş alanlar çelişkisi

Yukarıda saydıklarımız alakalı ve ilişkilendirilebilen tarih silsilesidir. Esas bilinmezlik ise büyük duvarlarla ayrıştırılmış, binalaşmamış ve günümüzde kalan son yeşillikleri taşıyan ayrıcalıklı kısımlardır. Buraların takip eden imar çılgınlığından nasıl kurtulabildikleri dikkat çeken bir çelişkidir. İşte o zaman nedeni bilinmeyen bir istisna ile karşılaşırsınız, bu “Fetih (Fatih Sultan Mehmet) öncesi kalan ama dokunulması mümkün olamayan toprak parçaları olduğu” anlamına gelecektir. Bunlar zamanla parsellenip imara açılmamış, sadece barındırdıkları birkaç köşk dışında, bugün Milli Saraylar ya da genellikle okullara tahsis edilmiş “zorunlu korunmuş alanlara” işaret eder. Savı birkaç örnekle destekleyelim; mesela 1800’lerde yapılan Duyunu Umumi (dış borçlar) Binası (bugün İstanbul Erkek Lisesi’ne aittir) o zamanda bile Eski Şehir’de bulunması zor tek parça arazidir. İstanbul Üniversitesi Merkez Kampusu, Boğaz kıyısında Yıldız ve Emirgan Parkları da aynı yekpare alan özelliğini taşır.

Geniş ve yüksek korunmuş alanlar mantığı

O halde siz bölgenin gerçek tarihini bilmeseniz bile açıklanamayan istisnalar söz konusudur. Bu geniş korunmuş arazilerin bir diğer özellikleri ise yüksek yerlerde olmalarıdır. Dolayısıyla genel çıkarım da şu olacaktır, “burada kimsenin dokunmayacağı bir şeyler olmak zorundadır. Nitekim Robert Kolej arazisi, Tarabya’da Fransızlara ait geniş alanlar da istisna göstermez. Şehir doğal imarını genişletirken buraları bir nedenle zorunlu korunmuş görünmektedir. İşte öncesi bilinmeyen arazinin neden böyle korunmuş kaldığı açıklamaya muhtaçtır.

Buradan devam edeceğiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir