“Satıldık” ey halkım, unutma “Biz”i: Bir Emin Çölaşan belgeseli!

Emin Çölaşan, Hürriyet’te son yıllarda (daha doğrusu AKP iktidarı sonrasında) yaşadığı olayları “Kovulduk Ey Halkım Bizi Unutma” adlı kitabında dile getirdi (Bilgi Yayınevi). Çölaşan’ın yaşadıklarını tahmin etmek için aslında müneccim olmaya gerek yok, ortalama dikkatte bir gazete okuru olaylar, gelişmeler ve kütle medyasının tutumunun arka planında bambaşka şeyler yaşanmakta olduğunu zaten hissedecektir. Lakin kitabı okuduktan sonra bir kez daha görüyorum ki, Çölaşan’ın görevine, üstelik de Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen arifesinde son verilmesinin nedeni, üslubundaki aşkınlık ya da kurumsal aykırılık değil, AKP Hükümetinin, Başbakan Erdoğan ve çevresinin baskısıdır. Aykırı söylemi dinlemeye dayanamayan, haklı eleştirileri kendini düzeltmek fırsatı saymak yerine susturmaya çalışan bir iktidar, ülkenin geleceğine ne kadar sahip çıkabilir? Bu yazının amacı ne Çölaşan’ı savunmak ne de Hürriyet Gazetesi’nin sahibi Aydın Doğan ve Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ü eleştirmektir. Ancak bu yazının amacı kişisel çıkarların insanları sürükleyebileceği tercihlerin bir kez daha altını çizmektir.

Sevgili okurlarım, daha pek çok kereler vurguladığım gibi, demokrasinin doğru işlemesinin vazgeçilmez unsuru medyadır. Medya iktidar ve olanak sahiplerinin görmediği ya da görmek istemediği gerçekleri onlara ve topluma yansıtan bir aynadır. Medya bu işlevini olayları tarafsız vererek ve dahası köşe yazarlarının kişisel yorumları çerçevesinde yapar. Topluma tutulan ayna, karşısında duranların kendilerini doğrudan görebilmeleri için önemli bir vesiledir. Ne var ki aynanın olan biteni bütün çıplaklığıyla yansıtabilmesi “tarafsızlıkla” ilişkilidir. Tarafsızlıktan kastım “mutlak” bir tarafsızlıktır, medya gerektiği zaman toplumu değil, kendini de eleştirmeyi iyi bilmelidir ki güvenilirliğini kaybetmesin. Tarafsızlık erkinin çok önemli diğer unsuru mutlak bağımsızlıktır. Medya hem ekonomik açıdan hem de siyaseten bağımsız olmak durumundadır. Gazetelerin belli bir görüşü savunur olmaları, karşı görüşü savunan başka gazetelerin varlığı ile dengelenir. Vatandaşlık bilinci gelişmiş bireyler sadece kendi görüşlerini değil, karşı görüşü dile getiren gazetelere de kulak verirler. Yaşam bir takım oyunudur, ancak fanatik taraftarlık saplantısından uzaklaştırılmalıdır ki, geleceğe daha güvenli bakabilelim.

Çölaşan’ın (ve doğrudan ya da dolaylı olarak hepimizin) içinde yaşadığı sistemle olan sorunu da işte tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. AKP iktidarı haklı olsun ya da olmasın, eleştiriyi kaldırabilen bir yapı değildir. AKP parti tüzüğü (bir süredir parti tüzüklerini inceliyorum) “en önemli kazanım olan Cumhuriyet’in korunması; Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu muasır medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta aşmak; insanların farklı inanç, düşünce, ırk, dil, ifade etme, örgütlenme ve yaşama gibi doğuştan var olan tüm haklarına saygı göstermek; akıl, bilim ve deneyimin yol gösterici olduğunu benimsemek” gibi ifadelere yer verse de, bunları gerçekten ne kadar hedeflediği kuşku unsurudur. Dolayısıyla AKP kendi gibi düşünmeyen, üstelik yaptığı hataları (çıkarcılık, kayırmacılık vb.) topluma yansıtan seslerin varlığına tahammül edemez. Bu tahammülsüzlük her iktidarın ortak zaafıdır, ancak ben sahip olduğu gücü böylesine pazarlık unsuru olarak kullanan başka iktidar da bilmiyorum.

Sadece işini yapan bir medya kuruluşuna iktidar baskısı genellikle sökmez. Ancak iş alanını medya dışına çıkaran, petrolden, inşaata pek çok alanda para kazanmaya çalışan, üstelik “para parayı çeker” kuralı çerçevesinde genişleyen bir ailenin sıkıntıları sizden benden fazla olacaktır. Ticaretin pek çok alanında üstelik büyük boyutlu yatırımlar, hazımsız bir iktidarın pazarlık unsuru yapılmaya başlanınca “mutlak bağımsızlık” rafa kaldırılmak zorundadır. Açık arayan bir iktidar haklı ya da haksız, aradığı açığı bulur. Yandaş olmamanın bedeli maddi çıkarların törpülenmesiyle ödetilir. Bilmem hiç düşünüyor musunuz, bu ülkede ticari suiistimal yapan tek grup Uzan’lar mıdır? Ama elinizde muhteşem jonklör ya da ip cambazı bir genel yayın yönetmeniniz varsa, sahip olduğunuz medya gücünü pazarlıkta pey olarak sürebilirsiniz. Çölaşan gibi bir “çıbanbaşı” gider, sorun ortadan kalkar. Özkök’ün ifadesiyle “herkes güzel güzel parasını kazanmaya devam eder, zaten halk artık ciddiyetten bıkmıştır, magazine ağırlık verilir”.

Sevgili okurlarım, yeryüzünde iki güç vardır ki, siz hükmetmeyi bilemezseniz onlar size hükmeder: “Para ve iktidar”. Para çoğalmak, iktidar ise diktatör olmak eğilimindedir. Oysa yenilebilecek yemek iki tabaktan, sahip olunacak toprak ise iki metrekareden fazla değildir. Bunlardan fazlasını isteyen, yaşamın vazgeçilemez ilkelerini aşıp aşmadığını her fazla lokma ve her fazla kuruşta yeniden sorgulamak zorundadır. Kişisel çıkarlar yapılan yolsuzlukları örtbas etme baskısıyla dengelenebilir mi? Gelecek nesillerin refahı, vergi borçlarının silinmesiyle eşitlenebilir mi? Ülkenin bütünlüğü, magazine ağırlık verilerek kurtarılabilir mi? On beş şehit kaç şişe iyi şarap eder, sorgulanabilir mi?

Ertuğrul Özkök haklı, Aydın Doğan artık eskisi gibi değil, daha duygusal, çünkü gördü ve geçirdi. Lakin iktidarın ve sanayinin yönetim koltuklarında oturanlar, bu ülkenin yoktan-yokluktan var oluşunu unutmuş görünüyorlar. Tavsiyem, Nutuk ve Gençliğe Hitabe’yi bir kez daha okumalarıdır. “Biz” bu ülkeye kayıtsız, şartsız ve pazarlıksız inandık, inandıklarımızı her zaman savunacağız.

Not: Başlık, Zülfü Livaneli’nin Uğur Mumcu için yazdığı dizelerden esinlenmedir, alıntı olduğu için hoş görmesini dilerim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir